1965-71 METAFİZİK SOSYOLOJİLER

METAFİZİK SOSYOLOJİLER – Metafizik Sosyolojiler kitabı ilk olarak Ararat yayınevi tarafından 1970 yılında basılmış. Fuat Fegan 1977 yılında yayınladığı “Dr. Hikmet Kıvılcımlı Bibliyografyası” isiml kitabında bu eserle ilgili şunları söylüyor:“Kitabın orijinal adı, ‘Metafizik Sosyolojiler’dir. Ararat Yayınevi kitabı baskıya hazırlarken kapak üzerinde kitabın adı önce “ler” eki düşmüş olarak ‘Metafizik Sosyoloji’ diye çıkmıştı. Böyle bir ad çok yanlıştı çünkü bir tek değil sayısız ‘Metafizik sosyolojiler’ söz konusudur. Bunun üzerine yeniden kapak düzenleme masrafı da göze alınmadığı için ‘Metafizik Sosyoloji’ sözlerinin altına ‘Eleştirileri’ kelimeleri eklenmiş ve kitabın adı ‘Metafizik Sosyoloji Eleştirileri’ biçimini almıştır. Yeni baskı yapılırken, bu teknik saçmalığın yarattığı duruma son verilip, orijinal ada dönülmesi çok yararlı olur” (F. Fegan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı Bibliyografyası, Ocak 1977, s. 42) Nitekim daha sonraki baskılarda “Metafizik Sosyolojiler” başlığı kullanılmıştır. Yayın tarihi 1970 olmasına karşın kitabın metninden 1940’lı yılların başında yazılmış olduğu anlaşılıyor. Böyle bir kitabı yazmasının amacını da önsözde şöyle açıklıyor Kıvılcımlı:“Bu yazı, okuyucuya bir dizi usturuplu sözler ezberletmeye kalkmayacaktır. Sosyoloji (toplumbilimi) denilen yeni bilim üzerine çok kısa, açık fikir “vermeye çalışacaktır. Gelmiş geçmiş toplum kavramları, Sosyoloji akımları ve okulları, aynı metodun ışığı altında gözden geçirilecektir. Tâ ki okuyanın kendisi öne sürülmüş düşünceler üzerinde kesin bir yargıya varabilsin…“Taraf tutmamak, yalana yanlışa kavuk sallamaksa: emeğimiz tarafsız değildir. Bilimde tarafsızlık: olanı olduğu gibi görürken hiçbir korku, hiçbir ön yargı ve bön yargı altında kalmamaksa, emeğimiz iliklerine dek tarafsızdır.” (s. 9)Daha sonra kitap, bilimleri tanımlayıp sınışayarak başlar işe. Bilimler öncelikle 1) Doğa bilimleri, 2) Toplum bilimleri (sosyal) olarak ayrımlanır. Sosyal bilimler de Tarih ve Sosyoloji olarak bölümlenirler. Tarih olayların “nasıl” olduğunu zaman, mekan ve oluş biçimi ile somutça tanımlar. Sosyoloji ise zaman ve mekan dışında, daha soyut, genel özellikleri ve oluş ve gidiş kanunları ile açıklamaya çabalar.“Tek sözle; Tarihin yaptığı daha çok TASVİR’dir, Sosyolojinin yaptığı, sebepler arayıp yorumlar yaparak az çok İZAH’tır.” (s. 12)Tarihin de Sosyolojinin  de ana konusu toplumdur. O zaman toplumun ne olduğu, toplumu oluşturan insanın ne olduğu, sürü biçiminde yaşayan hayvandan farkının ne olduğunu bilmemiz gerekir. Kıvılcımlı bunu veciz bir cümle ile açıklar:“TOPLUM: İnsanların (yani maddi manevi alet kullanan yaratıkların) yaşamak üzere, doğaya ve birbirlerine karşı, şeyler(aletler vb.) ve düşünceler (diller vb.) aracılığı ile giriştikleri maddi manevi en geniş üretim-tüketim ilişkilerinin ortamıdır.” (s. 16)Doğal olarak insanlığın belirli gelişim aşamalarına göre toplumların kendilerini tanımlamaları da değişik oluyordu. Kapitalizm öncesinde, kapitalizmin ilerici döneminde ve kapitalizmin gericileştiği tekelcilik çağındaki toplum algıları ve tanımları başka başkadır.İşçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte işçi sınıfının ideolojisi olarak Bilimsel Sosyalizm gelişti. Ancak bu gelişme işveren sınıfının pek hoşuna gitmedi.“Düşünce alanında bir şeyler yapılmalıydı ki, kapitalizm rahat etsin. İşçi sınıfı Sosyalizm mi diyor? Bütün Burjuva bilginlerine, gizli-açık sıkıca ısmarlandı: Sosyalizmin tekerine odun sokacak bir düşünce akımı uydurmalıydılar. Parlak aydınlar SOSYALİZM’in bir davranış olduğunu, yalnız başına davranışın “Bilim” olamayacağını söyleyerek, SOSYAL-BİLİM anlamına gelen SOSYOLOJİ lafını icat ettiler. BİLİMSEL SOSYALİZM İşçi Sınıfını tuttu. SOSYOLOJİLER Burjuvaziyi arkaladılar. Onun için, iki düşünce alanı birbirine zıt amaçlara yöneldi. Sosyalizm ile Sosyolojiler, sözlük anlamıyla birbirlerinden pek az farklı iken, birbirlerine düşman kesildiler. Sosyoloji Burjuva bilimi olarak kaldı. İşçi Sınıfının Sosyolojisine Tarihsel Maddecilik adı verilmek gerekti.” (s.23)Toplumu açıklamaya çalışan bütün akımlar ve düşünce sahipleri hep var olan bir sosyal problemin çözümü için görüşler oluşturmuşlardır.“Saint-Simon: ‘Üretimdeki anarşiyi’ kaldırmak için; Auguste Comte: ‘Devrime son verecek’ bir ‘pozitif (müspet:artı) siyaset’ kurmak için; Spencer:  ‘Endividüalist (tek kişici: bireyci) liberal ekonomi’ adına, ‘Organisizm: Uzviyetçilik’ doktrininin görüşlerinden yararlanmak için; Marks ve Engels: ‘Çalışan sınıfların kurtuluşu için’; Durkheim, kendi deyimiyle: ‘Fransa’nın toplumsal yeniden kuruluşunda yeniden rol oynamak için’ vb. vb… gibi sebeplerle ayrı sosyal ideolojiler (fikriyat) öne sürdüler.” (s. 25)Ve geliyoruz Kıvılcımlı’nın Metafizik Sosyolojiler tanımına:“Bütün burjuva Sosyologlarının ortak talihsizlikleri şudur: Canlı olayları metafizik metotla iğdiş etmeye yeltenirler. Rahat koltuklarında para ve ün sağlamak için, Marksizmi kötüleyici geviş getirmelere Sosyoloji adını takarlar. Kendi kuruntularını, sanki Tarihsel Maddecilik dünyada yokmuş gibi öne sürerler. Bunların hepsi metafizik mantıkla düşünüp davrandıkları için, yani diyalektik düşmanlığını benimsedikleri için, Burjuva Sosyoloji Okullarının topuna birden “Metafizik Sosyolojiler” adını vermek doğru olur.” (s. 29)Sonraki bölümde Fransız devrimine kadar olan dönemlerdeki sosyal düşünce gelişimleri dört başlık altında incelenir. İlkçağda, Aristo ve Platon’dan başlayarak,  antik Yunan düşünürlerinin tezleri, Stoisyen ve Kelbiyyuncuların etkileri kısa kısa da olsa belirtilir.Ortaçağda, Hrıstiyanlığın sosyal düşünceye etkilerinin yanında İslamiyet ve Kur’an etkisi de tartışılır. Ortaçağın devamında ise rönensansı (dirilişi) yapan isim İslam düşünürü olan İbni Haldun oldu. Kıvılcımlı, Mukaddemat eserinden örnekler vererek İbni Haldun’u “İslam Marksı” sayar.Rönesans sonrası 15-16. Yüzyıl sosyal düşüncesinde ise İtalyan Machiavelli, İngiliz Thomas More, Fransız Montaigne gibi düşünürler gelişir ve çağın düşünce sistemini etkilerler.17. Yüzyıl ortasında (1648) patlak veren İngiliz devrimi sırasında ise, Bacon, Hobbes, Locke gibi İngilizler, Pascal, Bossuet, Descartes gibi Fransızlar, Spinoza ve İmam Gazali ile Varidat yazarı Şeyh Bedreddin dönemin ünlü düşünürleri oldular.Fransız devriminin olduğu 18 yüzyılda ise, devrimin etkisiyle bir aydınlanma ve değişik düşünce akımları patlaması oldu. Kıvılcımlı bunların en belli başlılarını görüşleriyle ve eserlerinden örneklerle birlikte ele alarak tanıtıyor bize. Biz burada 2-3 isim verelim sadece: Fransız Montesquieu, Fransız Jean Jacques Rousseau, Fransız Condorcet, Fransız Voltaire ve İngiliz David Hume. Devrimin Fransa’da olması önemli sayıda Fransız düşünürün ortaya çıkmasını etkilemiştir.Nihayet 19. Yüzyıla geldiğimizde arık düşünceye Hegel çizgisi ağırlık koymaya başlamıştır:“17. ve 18. yüzyılların yığdığı uçsuz bucaksız bilgi materyali, Alman filozofu Hegel’in kişiliğinde kaçınılmaz sentezine uzandı. Hegel ilk defa olarak diyalektik metodu modern bilim düzeyine uygunca ve güçlü olarak koydu. Gerçi Hegel’in diyalektiği idealist(fikirci) ve mistik bir buğu ile kaplı ve tersine dönüktü. Ne var ki, belirttiği prensipler canlı olaylardan çıkartılmıştı.” (s. 50) Konu ve düşünürler çok fazla ve Kıvılcımlı sabırla hepsini toparlayıp gruplandırıyor, değerlendirmelerini yapıp belirli sonuçlara varıyor. Bu çok önemli kitabın okunması gerekir elbette. Biz Kıvılcımlı’nın genel değerlendirmelerinden de pasajlar aktaralım:“Metafizik Sosyolojilerin hepsi, Tarihsel Maddecilikten sonra ve Tarihsel Maddeciliğe karşı doğdular, dedik. Öyleyse önceTarihsel Maddeciliği vermek doğru olmaz mıydı?.. Metafizik Sosyolojilerden hiçbirisi, Tarihsel Maddecilikten ileri ve yeni bir sosyal düşünce ortaya atamadı. Hepsi Tarihsel Maddecilikten çok gerilerde kaldılar. Kimi Metafizik Sosyolojiler ise, araştırıcısının biraz dürüst davrandığı yerde, Tarihsel Maddeciliğe basit materyal vermek durumunda teslim oldu. Bu yüzden önce çok daha ilkel kalan ve ancak ikinci derece konularda materyal olabilen Metafizik Sosyolojileri daha önce gözden geçirmek yerinde oldu.” (s. 66)“Bütün bu araştırma ve incelemelerle biriken materyallerden şu önemli sonuç çıktı: Hukuk, Aile, Ahlâk, Ekonomi gibi kurumlar o zamana dek maddeciliğe düşman Metafizik Sosyologlarca mutlak, değişmez birer kişilikmişçe incelenirdi. Bu kurumların son araştırmalar üzerine tarihte biçimden biçime girdiği su götürmez yolda ispatlandı. Bu ispat, Tarihsel Maddecilik için beklenen zaferdi. Çünkü o gerek doğada, gerek toplumda her şeyin diyalektik olarak değiştiğini belirtmişti. O değişiklikleri bilimlerin yetkili inceleyişine bırakmıştı. Yani, Hukuk, Aile, Ahlâk konuları nı Felsefenin saltanatından ve işkencesinden kurtarmıştı. Yeni doğan insan bilimleri, tıpkı doğa bilimleri gibi, Tarihsel Maddeciliği kıyıdan köşeden haklı çıkarmamazlık edemiyordu. Böylelikle, doğada olduğu gibi, toplum kurumlarında da mutlak hayaleti bilim bakımından öldü.” (s. 77)